Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

The Door (2012) Kapı

Das Leben der Anderen'dan tanıdığımız Martina Gedeck'in, filmekimi'nde boy gösterdiği iki filmden biri olan The Door, Cannes'da dört kez Altın Palmiye için yarışmış ünlü Macar yönetmen Istvan Szabo'nun 1960'larda geçen bir filmi. Avrupa sinemasının dünyaya açılmış ve başarısını kanıtlamış nadide isimlerinden Szabo, Gedeck gibi güçlü bir oyuncu ile Oscar ödüllü efsane Helen Mirren'ı yanına alarak 2007'de aramızdan ayrılan, Macaristan'ın ilk ve en ünlü kadın romancısı Magda Szabo'nun iki kadının tuhaf arkadaşlığı üzerine kurulu öyküsünden uyarlanan bu film ile seyircisinin karşısına çıkıyor. Hali vakti yerinde, kocasıyla mutlu mesut yaşayan Magda (Martina Gedeck) iyi bir roman yazarı olmak için çabalamaktadır. Yeni taşındıkları evde ona gündelik işlerde yardımcı olacak bir kadın arayışına girer ve yolun hemen karşısında ikamet eden Emerenc'a (Helen Mirren) teklif götürür. Huysuz, geçmişi karanlık ve bilinmeyen, arkadaşlarıyla ilişkisi ke...

Beasts of the Southern Wild (2012) Düşler Diyarı

Önceleri kısa metraj denemeleri yapan fakat daha sonra sipariş usulü (beyin fırtınası ile oluşturulan demek doğru olur) bir senaryoyu beyazperdeye aktarmak için kolları sıvayan Benh Zeitlin, filmin çekim aşamasında senaryonun baştan aşağıya değiştiğini ve bir nevi yeniden yazıldığını söylüyor röportajında. Hayal gücünün sınırlarını zorlamıyorlar belki senaryoyu yazarken lakin senaryonun içine bu sınırların zorlanmasını dahil etmeyi tercih ediyorlar Beasts of the Southern Wild'da. Bugüne kadar gösterildiği her festivalde ödüle doyamayan, dünyanın en büyük bağımsız film festivali Sundance'te büyük ödüle, Cannes'da Belirli Bir Bakış bölümünde FIPRESCI ödülüne layık görülen bu film, özgün olmak adına eserlerini çeşitli kılıflara sokmaya çabalayan fakat çoğu zaman bu konuda çuvallayan sinemacıların piyasayı ele geçirdiği şu günlerde seyirciye olağanüstü bir sinema deneyimi yaşatıyor. Babası ile birlikte Lousiana eyaletinin güneyinde, bathtub (küvet) ismini verdiği bir ken...

Dupa dealuri (Beyond the Hills - 2012) Tepelerin Ardında

Bundan beş yıl önce  4 luni, 3 saptamâni si 2 zile (4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün) ile Altın Palmiye'yi kucaklayan Romanyalı yönetmen Cristian Mungiu'nun yeni filmi Dupa dealuri, yönetmenin çok ses getiren önceki filmi gibi iki kadını odağına alıyor. Kürtaj gibi hala tartışması yapılan bir mevzuda ele aldığı 4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün gibi cesur bir filmin ardından Tepelerin Ardında'da işi biraz daha dini boyutlara getirerek dinin, dinsizliğin, sevginin ve umutların görünmeyen taraflarını bize sunuyor. Bir yandan sistem eleştirisi yapmayı da ihmal etmiyor. Aynı yetimhanede büyüyen ve aralarındaki ilişki arkadaşlıktan da öte olan iki kızdan Voichita, Romanya'da bir manastırda rahibelik yapmaktadır. Onu ziyarete gelen eski dostu Alina ise arkadaşını alıp Almanya'ya gitme planları yapmaktadır. Bu sırada kalacak yeri olmadığından Voichita, manastırın rahibinden Alina'nın orada kalması için izin ister. Alina kalmasına kalacaktır ama bir yandan da arkadaşına karşı olan sevgis...

The Angels' Share (2012) Meleklerin Payı

Bir yönetmen düşünün. 13 filmi Cannes'da gösterilmiş olsun, üstelik bu filmlerden 11'i Altın Palmiye için yarışsın. 3 kez büyük jüri ödülünü kazansın, bir kez Altın Palmiye'ye ulaşsın. Tüm bu özellikleriyle de Cannes'ın uluslararası yarışma bölümünde filmleri en çok yarışan yönetmen sıfatını kazanmış olsun. Benim gözümde bunlar bir sinemacıyı efsane yapmak için atılmış somut adımlardır -o sinemacının işleri dışında. Belki sokakta yürüyen adama (bırakın favori yönetmenlerini) bildiği yönetmenleri sorsanız alacağınız yanıt Steven Spielberg'den öteye geçemez ama sinemanın içine biraz olsun giren herkes bilir ki dünyanın her köşesinden üstat sıfatını elde etmiş yüzlerce yönetmen vardır ve Spielberg gibi isimler de onların pek çoğundan daha vasat yönetmenlerdir. Amacım tabii ki Spielberg'i yermek ya da diğerlerini övmek değil, amacım İngiliz kültürünün aynı müzikte olduğu gibi sinemada da en iyiler konusunda üst sıralarda olduğunu vurgulamak. İşte Ken Loach da Ada...

The Pirates! Band of Misfits (2012) Korsanlar

Wallace & Gromit serisinin yaratıcılarından, Chicken Run ile adını daha da duyurmuş Aardman Stüdyoları'nın son eseri The Pirates! Band of Misfits, ekibin önceki işlerinde olduğu gibi özgünlüklerini ve güncel esprilerini ön plana çıkardıkları dahiyane bir animasyon. Stop motion tekniği ile çekilen ve pek çok ayrıntı içermesi sebebiyle hem göz hem de beyin yoran bu filmin seslendirme kadrosunda Hugh Grant, Martin Freeman, Salma Hayek ve Imelda Staunton gibi ünlü isimler yer alıyor. Korsanlık becerileri tartışılır olan Korsan Kaptan ve tayfasının yeni bir hedefi vardır: Birbirinden güçlü korsanları alt ederek Yılın Korsanı ödülünü kucaklamak. Bunun için soygun işlerine girişen ekip, bir takım başarısızlığın ardından Charles Darwin'in gemisinde bulur kendini. Darwin, Kaptan'ın papağanının aslında bir dodo kuşu olduğunu ve nesli tükenmiş bu hayvanın kendisine sınırsız servet getirebileceği vaadiyle onu kandırır. Korsanlardan nefret eden Kraliçe Victoria'nın ayakları...

Io e Te (2012) Ben ve Sen

Yeni Dalga dediğimiz sinema hareketinin önemli temsilcilerinden Bernardo Bertolucci'nin dokuz yıl aradan sonra sinema perdelerini şenlendireceğini umarak izlediğimiz Ben ve Sen, yönetmenin on yıllar boyu yaptığı muazzam işleri bilmesek, bir dehanın elinden çıkmış diye seyircinin pek ala kandırılabileceği vasat bir filmden öteye geçemiyor. Reklamları ile büyük merak uyandırsa da gerek seyrederken, gerekse seyir sonrasında bir hayal kırıklığı yaşatan film tipik bir isyankar ergen olan Lorenzo ile üvey kız kardeşi, tuhaf Olivia arasında gelişen kardeşlik ve arkadaşlık bağları üzerine kuruluyor. Annesine söylediği yalan sonrasında apartmanlarının bodrum katında bir hafta boyunca yaşama kararı alarak kendince bir macera yaşamaya karar veren Lorenzo'ya bu süreçte, bir gün ansızın çıkagelen üvey ablası Olivia da eşlik etmek zorundadır. Bu bir hafta boyunca birbirleri hakkındaki gerçekleri öğrenen, birbirlerine karşı olan bakış açıları gelişen ve değişen iki kardeş tahmin edeceğ...

Compliance (2012) İtaat

2007 tarihli komedi filmi Great World of Sound ile iyi bir çıkış yakalayan yönetmen Craig Zobel’in ikinci uzun metraj denemesi olan Compliance, öyle görünüyor ki seyircisini ikiye bölmüş filmler kervanına 2012 yılından adını yazdıranlar arasında başı çekecek. Tamamen gerçek bir olaydan sinemaya uyarlandığı iddia edilen film ilk gösterimini dünyanın en büyük bağımsız film festivali olan Sundance’te yapmış ve seyircinin ilgisini “bir şekilde” çekmeyi başarmıştı. Bir fast food şirketinin Ohio’daki şubesinin müdürlüğünü yapan Sandra (Ann Dowd), polis olduğunu iddia eden bir adamın onu telefonla aramasıyla birlikte restoranında bir hırsızlık vakası yaşandığını öğrenir. Telefondaki adama göre bu hırsızlığı yapan kişi kasiyer Becky’dir (Dreama Walker). Sandra telefondaki polise hiç şüphe duymadan inanır ve onun verdiği tüm emirleri birebir yerine getirmeyi kendine vatandaşlık borcu sayar. Bu durumun masumiyetten çıkıp tam bir sapkınlığa ve sapıklığa dönüşeceğinden de tamamen habersizd...

Amour (2012) Aşk

Bundan üç sene önce Das weiße Band – Eine deutsche Kinderfeschichte ile Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi kucaklayan, dünya sinemasının yaşayan en büyük yönetmenlerinden kabul edilen Michael Haneke’yi efsaneleştirerek bu sene ona tekrar aynı ödülü getiren Amour, yönetmenin tarzından ödün vermediği, üstelik kariyerinin zirvesindeki ivmesini arttırdığı bir film. Emekli müzik öğretmenleri Georges (Jean Louis Trintignant) ve Anne (Emmanuelle Riva), yaşlılıklarının ve birlikte olmanın tadını çıkarmaktadırlar. Bir gün kahvaltı masasında otururlarken Anne’in tuhaf şekilde davranmasıyla başlayan olaylar, yaşlı kadının sağ tarafının tamamen felçli olmasıyla sonuçlanır. Hayatının aşkına bakmayı kendine görev edinen Georges’un, hastalığın getirdiği depresiflikle başa çıkamayan ve günden güne durumu kötüleşen Anne’e karşı olan tutumunu izlediğimiz Amour, yaşamın en büyük gizemlerinden biri olan aşkın daha önce beyazperdede nadiren işlenmiş bir versiyonunu seyirciye sunuyor. Ha...

Pieta (2012) Acı

Güney Kore’nin medar-ı iftiharlarından sayılan yönetmen Kim Ki-duk’un son filmi Pieta, geçtiğimiz ay Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan ödülünü kucaklayarak bünyelerde büyük bir merak uyandırmıştı. Önce Hollywood’un en kaliteli yönetmenlerinden Paul Thomas Anderson’ın Scientology tarikatını ele aldığı The Master’ına giden ödül, festival kuralları gereği Pieta’ya verilmişti. The Master’ı henüz izleme fırsatını elde edemesek de jürinin ikinci kararının aslında ne kadar doğru olduğunu deneyimlemek oldukça “acı” bir şekilde suratımıza çarpılıyor. Bol bol film çekmeyi seven Kim Ki-duk, bu son filminde de çizgisinden ayrılmadan seyircisini tokatlamayı başarıyor. Tefeciler adına çalışan ve duygudan yoksun olduğunu düşündüğümüz zalim bir adam, patronlarının alacaklarını şiddetin en uç noktalarına başvurarak müşterilerden toplamaya çalışmaktadır. İşini sınırsız bir kötülükle yapan bu adamın tahmin edileceği üzere korkusu ve şüpheleri yoktur zira ne bir ailesi ne de uğruna tereddüt e...

Like Someone in Love (2012) Sevmek Gibi

Dünyaya kattığı sinema çehreleri için şükran duyduğumuz İran’ın bugüne kadar tarihe mal ettiği en ünlü yönetmenlerden Abbas Kiarostami, bir evlilik oyununu anlattığı filmi Copie Conforme’de İtalya’ya uğramıştı. Cannes Film Festivali’nde ilk kez gösterilen son filmi Like Someone in Love’da ise ünlü yönetmen rotasını Japonya’ya çeviriyor. Japon oyuncular ve Japoncayı kullanarak çektiği bu filminde yine insan ilişkilerine değiniyor; evlilik oyununa kendini kaptıran iki yetişkinden sonra yaşlılarla gençleri bir araya getiren bir üçgeni ele alıyor. Karakterlerin bir gününün anlatıldığı film, eskort bir kız olan Akiko’nun (Rin Takanashi) emekli bir profesör olan Takashi (Tadashi Okuno) ile tanışmasıyla başlıyor. Akiko’nun bir ritüel haline gelen yaşam biçimine ilk kez farklı bir yönden yaklaşan yaşlı adamla beklenenden farklı bir ilişki kuran genç kızın sert sevgilisi de işin içine girince üçgen tamamlanıyor ve inişleri çıkışları olan, uzun sekanslardan oluşan bir film ortaya çıkıyor...

No (2012)

Günümüz sinemacıları arasında adını yeni yeni duyuran ve Tony Manero ile iyi bir çıkış yakalayan Pablo Larrain’in komedi ile dram türlerini bir araya getirerek ortaya koyduğu politik filmi No, 1988 yılında kendi diktasını referanduma götüren Şili başkanı Augusto Pinochet’in kararının ardından yapılan reklam propagandalarını anlatıyor. Uzun yıllar ülkeyi askeri rejimle yöneten ve en sonunda uluslar arası baskılara direnemeyen bir diktatörün nasıl devrildiğini, seyirciyi hem güldürüp hem de düşündürerek (gerçi bu düşünme kısmı biraz da bizim ülkemize özel diye düşünmekteyim) perdeye yansıtmayı seçen Larrain, 2009 yılında Altın Lale’yi kazandıktan sonra Türk seyircisine yeniden merhaba diyor fakat filmdeki mesajının alınıp alınmadığından bihaber şekilde. Alınan referandum kararından sonra Rene Saadevra (Gael Garcia Bernal), muhalifler tarafından “hayır” kampanyasının yürütülmesi için başa geçirilir. Reklamcılık geçmişinin Amerikan rüyası temasına dayandığına tanık olduğumuz genç ada...

Looper (2012) Tetikçiler

Brick ve The Brothers Bloom’dan sonra sinemada üçüncü uzun metraj deneyimini yaşayan Rian Johnson’ın bilim kurgu türüne yaptığı hatırı uzun yıllar sayılacak katkısı Looper, festivalin hemen ardından ülkemizde kendine vizyon şansı bulan filmlerden oldu. Yıldız kadrosu, aksiyonu bol senaryosu ve çekici öyküsüyle çoktan senenin en iyi filmlerinden biri olarak lanse edilen film, günümüzden çok sonra, 2077 yılında geçiyor. Zamanda yolculuk keşfedilmiştir fakat devlet, insanların bunu kullanmasına izin vermemektedir. Bir takım yasa dışı örgütler tarafından kullanılan zaman makineleri, bu örgütlerin ortadan kaldırmak istediği kişilerin geçmişe yollanarak “tetikçiler” tarafından öldürülmesi için kullanılmaktadır. Bu tetikçiler arasında en genci olan Joe (Joseph Gordon-Levitt) ise işinde uzman biridir. Hiç beklemediği şekilde bir sonraki kurbanının gelecekteki hali olduğunu gören tetikçi, hedefini (Bruce Willis) öldüremez. Bu işin altından acilen kalkması gereken Joe, hem geleceğini değ...

22. Gotham Ödülleri Adayları

Ödül sezonunun resmen açıldığının müjdeleyicisi olan Gotham Bağımsız Film Ödülleri'nin adayları açıklandı. Geçtiğimiz senelerde The Tree of Life, The Descendants, Black Swan, Winter's Bone, Beginners, The Hurt Locker ve A Serious Man gibi ödül sezonlarının avcıları olmuş filmlere adaylık vermiş komite bu sene de ileride isimlerini sık sık duyacağımız filmlerden oluşan bir liste yayınladı. Wes Anderson'ın Oscar'a aday olmasına neredeyse kesin gözüyle bakılan Moonrise Kingdom'ı, Paul Thomas Anderson'ın çok konuşulan filmi The Master, sene başından beri ödüle doymayan Beasts of the Southern Wild ve 31. İstanbul Film Festivali'nde Altın Lale'yi kazanan The Loneliest Planet adaylar arasında bulunuyor. 22. Gotham Bağımsız Film Ödülleri, 26 Kasım 2012 gecesi sahiplerini bulacak. En İyi Film "Bernie" "The Loneliest Planet" "The Master" "Middle of Nowhere" "Moonrise Kingdom" En İyi Belgesel ...

Passion (2012) Tutku

Sinemanın efsane isimlerinden kabul edilen Brian de Palma’nın (Scarface, Mission: Impossible) erkek egemen sinemasından sonra kadınları ve şehvetlerini odağına aldığı Tutku (Passion) gerilim türünün bir örneği olarak lanse ediliyor. Sherlock Holmes: A Game of Shadows’tan sonra tekrar bir araya gelen iki aktris Rachel McAdams ve Naomi Rapace’ın başrollerinde oynadığı filmde güçlü bir şirketin üst düzey yöneticisi olan Christine (McAdams) ve onun asistanı Isabelle’in (Rapace) sıradışı ilişkisi ele alınıyor. Parlak fikirleri ile kendini kısa zamanda gösteren Isabelle, şirketin yeni ürünü için ortaya koyduğu reklam filmini çektiğinde patronu Christine’in bu fikri kendine mal edeceğini düşünemez. Aynı zamanda cinsel ve duygusal bir çekimle patronuna bağlı olan saf asistanımız, zamanla intikamın soğuk yenen bir yemek olduğunun farkına varacaktır fakat karşısındaki kişiyi kolay bir lokma sandığı için pişman olmayı göze alamayacak kadar da kördür.