Ana içeriğe atla

The Door (2012) Kapı

Das Leben der Anderen'dan tanıdığımız Martina Gedeck'in, filmekimi'nde boy gösterdiği iki filmden biri olan The Door, Cannes'da dört kez Altın Palmiye için yarışmış ünlü Macar yönetmen Istvan Szabo'nun 1960'larda geçen bir filmi. Avrupa sinemasının dünyaya açılmış ve başarısını kanıtlamış nadide isimlerinden Szabo, Gedeck gibi güçlü bir oyuncu ile Oscar ödüllü efsane Helen Mirren'ı yanına alarak 2007'de aramızdan ayrılan, Macaristan'ın ilk ve en ünlü kadın romancısı Magda Szabo'nun iki kadının tuhaf arkadaşlığı üzerine kurulu öyküsünden uyarlanan bu film ile seyircisinin karşısına çıkıyor.

Hali vakti yerinde, kocasıyla mutlu mesut yaşayan Magda (Martina Gedeck) iyi bir roman yazarı olmak için çabalamaktadır. Yeni taşındıkları evde ona gündelik işlerde yardımcı olacak bir kadın arayışına girer ve yolun hemen karşısında ikamet eden Emerenc'a (Helen Mirren) teklif götürür. Huysuz, geçmişi karanlık ve bilinmeyen, arkadaşlarıyla ilişkisi keskin sınırlarla çizili Emerenc başta kabul etmese de daha sonra teklife olumlu bakar. Bu şekilde başlayan iki kadının ilişkisi, izleyeni derinden etkileyecek bir dostluğa kadar varır. 

Szabo'nun önceki filmlerin aşina olduğumuz sinemasal anlatımıyla başlayan ve devam eden film, bir yandan profesyonel oyunculuklarıyla ve yönetmenin başarılı tasvirleriyle kendine hayran bırakırken diğer yandan da sivri inişleri ve çıkışları olan, ilgi çekici öyküsüyle seyircide derin bir merak duygusu uyandırıyor. Sekanslar arası geçişlerde alışılagelmişin dışında metotlar izleyerek bu şekilde de seyircisine farklı bir deneyim sunan yönetmen, buna rağmen filmin kurgusunu da hikayenin kopmayacağı ve boşlukların kalmayacağı, sürekli halde tutmayı başarıyor. Sınıf farklılığı konusunu da el üstünde tutan filmde karakterlerin rollerinin zaman zaman değişmesi de hem filmin komedi yönünü, hem de ağır dramatik sahnelerini görmemize yol açıyor. Başlarda genel anlamda dram dozu az olan The Door'da özellikle Emerenc'ın öyküsünün derinlerine indikçe ve yaşlı kadının başına gelenlere tanık oldukça bu doz fazlasıyla artıyor. Yine de Szabo'nun anlatımı sayesinde seyircide bir duygu sömürülmesi hissiyatı oluşmuyor.

Kendi politik yaklaşımlarından sıyrılıp dünyaya daha geniş açıdan bakabildiğini kanıtlamak için, karşıt görüşündeki Magda Szabo'nun bu şiirsel romanını beyazperdeye uyarladığını söyleyen Istvan Szabo, kitabın şiirselliğini ve afektif yaklaşımlarını seyircisine harikulade biçimde yedirmeyi başarmış. Mirren ve Gedeck'in oyunculukları ve güçlü senaryosuyla Szabo'nun yönetmenlikteki ustalığı birleşince ortaya olağanüstü bir anlatımın, seyirci için dramatik bir şölenin ortaya çıktığı bir gerçek. 

Puan: 7.5/10

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Oscar Gecesi Programı

85. Akademi Ödülleri'nde kazananların açıklanacağı ödüllerin veriliş sıralaması sızdı. Spoiler olarak görenler varsa hiç bakmasın derim. Buyrunuz: En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu En İyi Kısa Metraj Animasyon En İyi Animasyon En İyi Görüntü Yönetimi En İyi Görsel Efekt En İyi Kostüm Tasarımı En İyi Makyaj & Saç En İyi Kısa Metraj Film En İyi Kısa Metraj Belgesel En İyi Belgesel Yabancı Dilde En İyi Film En İyi Ses Miksajı En İyi Ses Kurgusu En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu En İyi Kurgu En İyi Yapım Tasarımı En İyi Özgün Müzik En İyi Özgün Şarkı En İyi Uyarlama Senaryo En İyi Özgün Senaryo En İyi Yönetmen En İyi Kadın Oyuncu En İyi Erkek Oyuncu En İyi Film

Rise of the Guardians (2012) Efsane Beşli

Dreamworks'ün en beğendiğim işinin (Shrek'i bir kenara koyarsak) How to Train Your Dragon olduğunu her defasında söylemişimdir. Ondan önce ya da sonra Dragon gibi bir atmosferi yakalayamayan animasyon şirketi; Kung Fu Panda, Puss in Boots ve Megamind gibi akıllara zarar işler yaptıktan sonra Rise of the Guardians ile bir kez daha hedef kitlesi olarak çocukları seçerek yanlış kararlara imza atıyor. Uyku perisi (sandman), diş perisi (tooth fairy), Noel Baba ve Paskalya Tavşanı'ndan oluşan dört kişilik bir muhafız ekibinin yüzyıllardır tüm dünyadaki çocukları korku ve kabuslara karşı korumasının ardından ortaya çıkan Karabasan (boogeyman) felaketine karşı bir araya gelmelerini, başa çıkamamaları üzerine de Jack Frost isimli bizim kültürümüzün pek de aşina olmadığı bir mit karakterinin de yardıma koşmasını izliyoruz Efsane Beşli'de (amma uzun oldu bu cümle). Aslında Dreamworks'ün iyi yaptığı bir şey var. Pixar'ın karakterlerinde göremediğimiz ve animasyon f...

Deathly Hallows: Part II

Zümrüdüanka Yoldaşlığı filminden itibaren Harry Potter serisinin yönetmen koltuğuna oturan David Yates, televizyonla adını biraz olsun duyurmuş ve sonrasında Potter ile ünlenmiş bir yönetmen. Kendisinin tek başarısı Primetime Emmy Ödülleri'nde kazandığı bir adaylıktan ibaret. Ta ki Deathly Hallows: Part I'a kadar. Her zaman en iyi Harry Potter filminin Prisoner of Azkaban olduğunu düşünmüşümdür. Usta yönetmen Alfonso Cuaron'un elinden çıkan film, diğer Potter filmlerinden daha farklı bir havaya aitti. Belki de bunun sebebi Voldemort'un yokluğudur, bilinmez, ama seriyi izleyen herkes Azkaban'ın farklı bir tadı olduğundan şüphesizdir.  Azkaban ile yarışacak bir Potter filmi geleceğini hiç düşünmezken birden, hiç beklemediğim bir yönetmen olan Yates'ten, Deathly Hallows'un ilk bölümü geldi. Sanki o zamana kadar çocuk filmi olarak tasarlanan seri birden yetişkin filmi olmuştu. Kitaba en sadık film olarak Potter tarihine geçen Bölüm I, izleyenlerden de oldukça ...