Ana içeriğe atla

2013'te Sinefilleri Neler Bekliyor?

George Clooney, Alfonso Cuaron imzalı Gravity ile karşımıza çıkacak
Dolu dolu bir 2012 yılı sinema sezonunu sönük bir Hollywood seremonisiyle tamamladıktan sonra pek çok auteur ve başarılı yönetmenin karşımıza çıkacağı 2013 sezonuna merhaba dedik. 2011 sezonu iyiydi, 2012 sezonu daha iyiydi ve bana öyle geliyor ki 2013'te çıta biraz daha yükselecek. Hollywood ve dünya sinemasının ünlü isimlerinin merakla beklenen filmleri vizyona girecek; haliyle de sinemaseverler için uzun zamandır hayalini kurdukları bir dönem oldukça hızlı bir şekilde başlıyor.

İşe Uzak Doğu sinemasından başlayacak olursak öncelikle Japon anime sanatının yaşayan en büyük temsilcisi Hayao Miyazaki ustanın iki projesinden bahsetmek gerekir. Ruhların Kaçışı gibi bir kült yapıma imza atarak Oscar ödülü dahi kazanan Miyazaki bu sene 2. Dünya Savaşı sırasında Japon savaş uçaklarını tasarlayan Jiro Horikoshi'nin hayatını anlatacağı The Wind Rises ve ayrıntıları açıklanmasa da 1992 yapımı olan kırmızı İtalyan domuz pilot Porco Rosso'nun devam maceralarını izleyeceğimiz Porco Rosso 2 ile hayranlarının karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Tarantino'nun en çok etkilendiği isimlerden olan Wong Kar-Wai imzalı The Grandmaster'daysa Bruce Lee'nin hocası Ip Man'in hikayesini izleyecekken Nicole Kidman ve Mia Wasikowska'yı Oldboy'un Hollywood'a taşınan yönetmeni Chan-wook Park'ın elinden Stoker'da seyredeceğiz.

Stoker'ın başrollerinde Nicole Kidman ve Mia Wasikowska'yı göreceğiz
Geçtiğimiz sene A Separation ile senenin en iyi filmine imza atan Asghar Farhadi, yine eleştirel ve çarpıcı olacağına inandığımız The Past'i hazırlama sürecinde. Fransız bir kadınla evli olan İranlı bir erkeğin, karısının boşanma talebi üzerine Fransa yollarına düştüğü hikayede Berenice Bejo ve A Prophet'ten tanıdığımız Tahar Rahim de yer alıyor. Yasaklı yönetmen Cafer Penahi, bu sene Cannes'da yarışması için çektiği This Is Not A Film isimli belgeseli bir ıslak kek içine saklanmış USB bellek ile yurtdışına kaçırdıktan sonra bir kez daha illegal yollardan film işine atılıyor ve Parde (Closed Curtain) ile seyirciyi meraklandırıyor. Filmin geçtiğimiz günlerde Berlinale'de en iyi senaryo Gümüş Ayı ödülünü aldığını da belirtelim. Nicholas Winding Refn imzası taşıyan Drive'ın İranlı asıllı senaristi Hossein Amini'nin ilk yönetmenlik deneyimini de The Two Faces of January'de izleyeceğiz. Kirsten Dunst, Viggo Mortensen, Yiğit Özşener ve Oscar Isaac'in başrollerinde oynadığı film özgür bir diyara kaçmak isteyen üç kişinin etrafında dönen bir gerilim türü örneği olacak.

Nymphomaniac (Lars von Trier)
Avrupa'ya doğru kaydığımızda ise göze çarpan ilk filmin hiç şüphesiz Jean-Luc Godard imzası taşıyacak olan Goodbye to Language olduğunu görüyoruz. Efsane yönetmen 83 yaşına gelmesine rağmen tarzından taviz vermeden sinefilleri doyuracak gibi gözüküyor. Fransız yönetmen Bertrand Bonello Yves Saint Lorent ile karşımıza çıkacakken İngiliz Michael Winterbottom ise sıradanlığı anlattığı Everyday'in ardından The Look of Love'da Paul Raymond'ın İngiltere'nin en zengin adamı haline gelmesini anlatacak. François Ozon'un Jeune et Jolie ile, Roman Polanski'nin Venus in Fur ile, Steve McQueen'in Twelve Years a Slave ile birer kez daha ses getireceklerine ise hiç şüphe yok. Ülkesine Oscar heykelciği kazandıran Susanne Bier'in Jennifer Lawrence ve Bradley Cooper'ı yeniden bir araya getirdiği dönem filmi Serena şimdiden Oscar için yarışa girdi diyebiliriz. Ryan Gosling ile yoluna devam eden Danimarkalı yönetmen Nicholas Winding Refn de Only God Forgives'te yine soft şiddet ve gerilimi buluşturacak. Melancholia ile geçen senenin en iyi işlerinden birine imza atan sapık yönetmen Lars von Trier'in Nymphomaniac'ı çoktan merak uyandırırken Pedro Almodovar'ın pür komedi türüne giriş yaptığı I'm So Excited'ı biraz olsun endişelendiriyor. Das Experiment ile dikkatlerimizi çeken Olivier Hirschbiegel ise Prenses Diana'nın hayatını anlatacağı Diana ile Naomi Watts'a Oscar kazandırma işinin peşine düşecek. Oscar'lı İngiliz yönetmen Danny Boyle da Trance ile yakıp yıkmaya hazırlanıyor desek yalan olmaz.

Hollywood da 2013'te kaynayacak gibi duruyor. Her biri hakkında uzun uzun değerlendirmeler yazacağımız Before Midnight (Richard Linklater), The Company You Keep (Robert Redford), Foxcatcher (Bennett Miller), Frances Ha (Noah Baumbach) -ki izledim ve bayıldım!-, The Great Gatsby (Baz Luhrman), Labor Day (Jason Reitman), Mud (Jeff Nichols), The Grand Budapest Hotel (Wes Anderson), The Butler (Lee Daniels), The Bling Ring (Sofia Coppola), The Counselor (Ridley Scott), Stories We Tell (Sarah Polley) -evet, Kanada'dan katılıyor kendisi-, Elysium (Neill Blomkamp), Fruitvale (Ryan Coogler), Wolf of Wall Street (Martin Scorsese), Oldboy (Spike Lee), Nebraska (Alexander Payne), Monuments Man (George Clooney), Inside Llewyn Davis (Ethan & Joel Coen), Blue Jasmine (Woody Allen), August: Osage County (John Wells), The Hobbit: The Desolation of Smaug (Peter Jackson), Pacific Rim (Guillermo del Toro) görücüye çıkacakken uzun yıllar boyunca film yapmayıp geçtiğimiz sene The Tree of Life ile hala zirvede olduğunu kanıtlayan Terrence Malick biri isimsiz olmak üzere üç ayrı filmi beğenimize sunacak. Alfonso Cuaron imzalı Gravity senenin en merakla beklenen filmiyken süper kahraman yapımları Man of Steel, Iron Man 3 ile fantastik ve aksiyon macera türlerinden The Wolverine, Sin City: A Dame to Kill For, Thor: The Dark World de sevenlerini heyecanlandırmakta. Pixar, Monsters University ile Oscar maratonuna girecek, Despicable Me 2'da ise minyonlar ile kahkaha krizleri bizi bekleyecek.

Elbette atladığım pek çok film var bu sene vizyonları şenlendirecekler listesine baktığımda gözüme ilk çarpanlar bunlar oldu. Yukarıda adı geçen ve geçmeyen pek çok filmi sezon boyunca seyredip fikirlerimi paylaşacağım. Oldukça heyecan dolu bir sinema yılı olacak gibi gözüküyor, siz ne dersiniz?

Yorumlar

Fragmandan izlediğimiz kadarıyla Baz Luhrman'ın "The Great Gatsby" yorumu fevkalade başarılı duruyor. Dört gözle bekliyorum.

Lars von Trier'in neredeyse her işine hayran olduğum düşünülürse Nymphomaniac'ı deliler gibi bekliyorum. Sanırım Trier abi bu sefer evren çapında bir person non grata damgası yiyecek. Bu arada Yahudi lobisine yaranmak için filmin başrolünde Shia LaBeouf'u oynatması komik olmuş.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Deathly Hallows: Part II

Zümrüdüanka Yoldaşlığı filminden itibaren Harry Potter serisinin yönetmen koltuğuna oturan David Yates, televizyonla adını biraz olsun duyurmuş ve sonrasında Potter ile ünlenmiş bir yönetmen. Kendisinin tek başarısı Primetime Emmy Ödülleri'nde kazandığı bir adaylıktan ibaret. Ta ki Deathly Hallows: Part I'a kadar. Her zaman en iyi Harry Potter filminin Prisoner of Azkaban olduğunu düşünmüşümdür. Usta yönetmen Alfonso Cuaron'un elinden çıkan film, diğer Potter filmlerinden daha farklı bir havaya aitti. Belki de bunun sebebi Voldemort'un yokluğudur, bilinmez, ama seriyi izleyen herkes Azkaban'ın farklı bir tadı olduğundan şüphesizdir.  Azkaban ile yarışacak bir Potter filmi geleceğini hiç düşünmezken birden, hiç beklemediğim bir yönetmen olan Yates'ten, Deathly Hallows'un ilk bölümü geldi. Sanki o zamana kadar çocuk filmi olarak tasarlanan seri birden yetişkin filmi olmuştu. Kitaba en sadık film olarak Potter tarihine geçen Bölüm I, izleyenlerden de oldukça ...

Oscar Gecesi Programı

85. Akademi Ödülleri'nde kazananların açıklanacağı ödüllerin veriliş sıralaması sızdı. Spoiler olarak görenler varsa hiç bakmasın derim. Buyrunuz: En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu En İyi Kısa Metraj Animasyon En İyi Animasyon En İyi Görüntü Yönetimi En İyi Görsel Efekt En İyi Kostüm Tasarımı En İyi Makyaj & Saç En İyi Kısa Metraj Film En İyi Kısa Metraj Belgesel En İyi Belgesel Yabancı Dilde En İyi Film En İyi Ses Miksajı En İyi Ses Kurgusu En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu En İyi Kurgu En İyi Yapım Tasarımı En İyi Özgün Müzik En İyi Özgün Şarkı En İyi Uyarlama Senaryo En İyi Özgün Senaryo En İyi Yönetmen En İyi Kadın Oyuncu En İyi Erkek Oyuncu En İyi Film

Rise of the Guardians (2012) Efsane Beşli

Dreamworks'ün en beğendiğim işinin (Shrek'i bir kenara koyarsak) How to Train Your Dragon olduğunu her defasında söylemişimdir. Ondan önce ya da sonra Dragon gibi bir atmosferi yakalayamayan animasyon şirketi; Kung Fu Panda, Puss in Boots ve Megamind gibi akıllara zarar işler yaptıktan sonra Rise of the Guardians ile bir kez daha hedef kitlesi olarak çocukları seçerek yanlış kararlara imza atıyor. Uyku perisi (sandman), diş perisi (tooth fairy), Noel Baba ve Paskalya Tavşanı'ndan oluşan dört kişilik bir muhafız ekibinin yüzyıllardır tüm dünyadaki çocukları korku ve kabuslara karşı korumasının ardından ortaya çıkan Karabasan (boogeyman) felaketine karşı bir araya gelmelerini, başa çıkamamaları üzerine de Jack Frost isimli bizim kültürümüzün pek de aşina olmadığı bir mit karakterinin de yardıma koşmasını izliyoruz Efsane Beşli'de (amma uzun oldu bu cümle). Aslında Dreamworks'ün iyi yaptığı bir şey var. Pixar'ın karakterlerinde göremediğimiz ve animasyon f...