Ana içeriğe atla

Amour (2012) Aşk


Bundan üç sene önce Das weiße Band – Eine deutsche Kinderfeschichte ile Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi kucaklayan, dünya sinemasının yaşayan en büyük yönetmenlerinden kabul edilen Michael Haneke’yi efsaneleştirerek bu sene ona tekrar aynı ödülü getiren Amour, yönetmenin tarzından ödün vermediği, üstelik kariyerinin zirvesindeki ivmesini arttırdığı bir film.

Emekli müzik öğretmenleri Georges (Jean Louis Trintignant) ve Anne (Emmanuelle Riva), yaşlılıklarının ve birlikte olmanın tadını çıkarmaktadırlar. Bir gün kahvaltı masasında otururlarken Anne’in tuhaf şekilde davranmasıyla başlayan olaylar, yaşlı kadının sağ tarafının tamamen felçli olmasıyla sonuçlanır. Hayatının aşkına bakmayı kendine görev edinen Georges’un, hastalığın getirdiği depresiflikle başa çıkamayan ve günden güne durumu kötüleşen Anne’e karşı olan tutumunu izlediğimiz Amour, yaşamın en büyük gizemlerinden biri olan aşkın daha önce beyazperdede nadiren işlenmiş bir versiyonunu seyirciye sunuyor.

Haneke’nin her zamanki gerçekçi ve çarpıcı anlatımıyla başlayıp sonlanan ve seyircisine muhteşem bir yüz dakika yaşattığı bu son filmi, adından yola çıkılarak bir aşk filmi olmaktan çok daha öte bir noktada yer alıyor. Bugüne kadar yaşamın zorlu kısımlarını beyazperdeye aktarmayı başaran usta yönetmenin, olağanüstü bir sevgi deneyimini çarpıcı bir drama dönüştürerek ele alan filmini izlerken daha önce deneyimlediğiniz acımasız eserlere olan bakış açınız da değişiyor. Sinematografik anlamda her saniyesinde bir Haneke filmi olduğunu hissettiriyor ve durağanlığı, çoğu zaman da gündelik seyirciyi çeken bir yanı olmamasına karşın kendini izlettirmeyi kusursuzca başarıyor. Ana karakterlerin performansları ise hiç şüphe yok ki içinde bulunduğumuz sinema sezonunun en kayda değer oyunculuklarına tanık olmamızı kanıtlıyor.

Uluslar arası Sinema Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) tarafından senenin en iyi filmi seçilen Amour, yürek burkan öyküsü ve gerçekçiliği ile zihinlerden çok uzun süre çıkmayacağı aşikar bir başyapıt. Senenin en iyisi olduğunu düşünenler bu kadar fazla olduğu sürece filmekimi'nin en iyisi olduğunu söylemek yanlış olmaz.  

Puan: 10/10

Yorumlar

kozmetikkedisi dedi ki…
Ankara'da filmekimi olduğunu duyunca çok heyecanlanmıştım.Aklıma direk bu filmi izlemek geldi.Ama ne yazık ki Ankara'ya gelmedi bu film..

Bu blogdaki popüler yayınlar

Oscar Gecesi Programı

85. Akademi Ödülleri'nde kazananların açıklanacağı ödüllerin veriliş sıralaması sızdı. Spoiler olarak görenler varsa hiç bakmasın derim. Buyrunuz: En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu En İyi Kısa Metraj Animasyon En İyi Animasyon En İyi Görüntü Yönetimi En İyi Görsel Efekt En İyi Kostüm Tasarımı En İyi Makyaj & Saç En İyi Kısa Metraj Film En İyi Kısa Metraj Belgesel En İyi Belgesel Yabancı Dilde En İyi Film En İyi Ses Miksajı En İyi Ses Kurgusu En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu En İyi Kurgu En İyi Yapım Tasarımı En İyi Özgün Müzik En İyi Özgün Şarkı En İyi Uyarlama Senaryo En İyi Özgün Senaryo En İyi Yönetmen En İyi Kadın Oyuncu En İyi Erkek Oyuncu En İyi Film

Rise of the Guardians (2012) Efsane Beşli

Dreamworks'ün en beğendiğim işinin (Shrek'i bir kenara koyarsak) How to Train Your Dragon olduğunu her defasında söylemişimdir. Ondan önce ya da sonra Dragon gibi bir atmosferi yakalayamayan animasyon şirketi; Kung Fu Panda, Puss in Boots ve Megamind gibi akıllara zarar işler yaptıktan sonra Rise of the Guardians ile bir kez daha hedef kitlesi olarak çocukları seçerek yanlış kararlara imza atıyor. Uyku perisi (sandman), diş perisi (tooth fairy), Noel Baba ve Paskalya Tavşanı'ndan oluşan dört kişilik bir muhafız ekibinin yüzyıllardır tüm dünyadaki çocukları korku ve kabuslara karşı korumasının ardından ortaya çıkan Karabasan (boogeyman) felaketine karşı bir araya gelmelerini, başa çıkamamaları üzerine de Jack Frost isimli bizim kültürümüzün pek de aşina olmadığı bir mit karakterinin de yardıma koşmasını izliyoruz Efsane Beşli'de (amma uzun oldu bu cümle). Aslında Dreamworks'ün iyi yaptığı bir şey var. Pixar'ın karakterlerinde göremediğimiz ve animasyon f...

Deathly Hallows: Part II

Zümrüdüanka Yoldaşlığı filminden itibaren Harry Potter serisinin yönetmen koltuğuna oturan David Yates, televizyonla adını biraz olsun duyurmuş ve sonrasında Potter ile ünlenmiş bir yönetmen. Kendisinin tek başarısı Primetime Emmy Ödülleri'nde kazandığı bir adaylıktan ibaret. Ta ki Deathly Hallows: Part I'a kadar. Her zaman en iyi Harry Potter filminin Prisoner of Azkaban olduğunu düşünmüşümdür. Usta yönetmen Alfonso Cuaron'un elinden çıkan film, diğer Potter filmlerinden daha farklı bir havaya aitti. Belki de bunun sebebi Voldemort'un yokluğudur, bilinmez, ama seriyi izleyen herkes Azkaban'ın farklı bir tadı olduğundan şüphesizdir.  Azkaban ile yarışacak bir Potter filmi geleceğini hiç düşünmezken birden, hiç beklemediğim bir yönetmen olan Yates'ten, Deathly Hallows'un ilk bölümü geldi. Sanki o zamana kadar çocuk filmi olarak tasarlanan seri birden yetişkin filmi olmuştu. Kitaba en sadık film olarak Potter tarihine geçen Bölüm I, izleyenlerden de oldukça ...