Ana içeriğe atla

Filmekimi 2011: We Need to Talk About Kevin

Yaptığı kısa filmler ve düşük bütçeli filmler ile şimdiye kadar adından pek söz ettirmemiş kadın yönetmen Lynne Ramsay'in ocak 2012'de vizyona girecek psikolojik gerilim/dram türündeki sapkın filmi We Need to Talk About Kevin, filmekimi 2011 programımda benden en olumlu yorumları alan filmi oldu. Her performansı ile kendine hayran bırakan Oscar ödüllü yıldız Tilda Swinton ve bu yıl aynı zamanda Another Happy Day ile adını duyuran Ezra Miller'ın başrollerinde oynadığı We Need to Talk About Kevin, sorunlu diyebileceğimiz oğlu ile uğraşan bir annenin hikayesi.


Çılgınlar gibi yaşadığı hayatını dünyayı gezerek geçiren Eva, aşık olduğu Franklin ile istemeyerek de olsa bir çocuk sahibi olur. Daha bebekken diğer çocuklar gibi olmadığını belli eden Kevin, büyüdükçe annesi ve babasına farklı oynamakta ve davranışlarında dengesizlikler, anomaliler görülmektedir. Ama filmde yalanlarla dolu hayatını tüyler ürperten bir şekilde sonlandıran Kevin'ın yerine, annesi Eva'nın hikayesine odaklanıyoruz.

Hiçbir zaman anne olmak, o sorumluluğu almak istemeyebilirsiniz. Doğurduğunuz bebeğinizi ilk kucağınıza alışınızda ise önceden hissettiğiniz her şeyden utanırsınız. Dilimizdeki "ana yüreği" tabiri, çocuğunuzun yaptığı şeyler ne olursa olsun onun kötülüğünü istememeyi çok güzel anlatıyor. Zira çocuğunuz sizin kötülüğünüzü istiyor olabilir, onlarca kişinin ölümüne yol açabilir, sizden nefret ettiğini düşündüğünüz halde aslında bir tek size değer veriyor olabilir. Ama Eva'nın bunu anlaması yıllar sürmüştü.


Sorunlu çocuk Kevin yerine yaşadığı trajedileri unutmaya çalışmak için yeni bir sayfa açmaya çalışan Eva'nın odakta olması, filmi daha izlemeden ilgi çekici kılıyor. Soğukkanlılığını her daim korumayı başarmış bir annenin hikayesini izlerken içiniz ürperiyor. Zaman zaman yaptığı şeylere onay vermeseniz de aslında, o zamanında anne olmayı hiç istemeyen kişinin nasıl mükemmel bir anne olduğunu gördükçe yayılan sıcaklığı hissediyorsunuz. Tüm bunların yanında ise kafasından geçenleri hiçbir zaman tahmin edemeyeceğiniz, psikolojisini hiçbir şekilde anlayamadığınız bir genç var. İşte bu iki karakteri bir araya getiren Tilda Swinton ve Ezra Miller, herkese oyunculuk dersi verircesine döktürüyor filmde.

Flashback'ler ve flashforward'lar şeklinde izlediğimiz We Need to Talk About Kevin'da, başlarda olayları kavramak biraz güç olsa da kısa sürede olayları daha iyi anlıyor ve onlara hakim olabiliyorsunuz. Elbette bunda editör Joe Bini ve yönetmen Ramsay'in çok büyük katkıları var. Müzikleri de dikkat çekici olan filmin en güçlü yanları şüphesiz ki oyunculuklar ve senaryo/öykü. İki saate yakın süresi boyunca hiçbir eksikliğini görmediğim filmin çeşitli kategorilerde çok büyük ödüllere aday olup, bu ödülleri alacağını öngörmek zor değil -ki çoktan 2011'in en güçlü filmlerinden biri olduğunu kanıtladı bu yapım.

Vizyona girmesine daha uzun süre olsa da Oscar yarışından önce seyirciyle buluşacak We Need to Talk About Kevin'ı tek kelimeyle özetleyecek olursak bu kelime "kırmızı" olurdu. Filmi izlediğinizde bana hak vereceğinizi düşünüyorum zira film kırmızı ile başlayıp kırmızı ile sona eriyor. Ramsay'in bu imgeyi nasıl ustalıkla kullandığını görmek, daha doğrusu bunu anlamak bile filme hayran kalmak için bir sebep.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Oscar Gecesi Programı

85. Akademi Ödülleri'nde kazananların açıklanacağı ödüllerin veriliş sıralaması sızdı. Spoiler olarak görenler varsa hiç bakmasın derim. Buyrunuz: En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu En İyi Kısa Metraj Animasyon En İyi Animasyon En İyi Görüntü Yönetimi En İyi Görsel Efekt En İyi Kostüm Tasarımı En İyi Makyaj & Saç En İyi Kısa Metraj Film En İyi Kısa Metraj Belgesel En İyi Belgesel Yabancı Dilde En İyi Film En İyi Ses Miksajı En İyi Ses Kurgusu En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu En İyi Kurgu En İyi Yapım Tasarımı En İyi Özgün Müzik En İyi Özgün Şarkı En İyi Uyarlama Senaryo En İyi Özgün Senaryo En İyi Yönetmen En İyi Kadın Oyuncu En İyi Erkek Oyuncu En İyi Film

Rise of the Guardians (2012) Efsane Beşli

Dreamworks'ün en beğendiğim işinin (Shrek'i bir kenara koyarsak) How to Train Your Dragon olduğunu her defasında söylemişimdir. Ondan önce ya da sonra Dragon gibi bir atmosferi yakalayamayan animasyon şirketi; Kung Fu Panda, Puss in Boots ve Megamind gibi akıllara zarar işler yaptıktan sonra Rise of the Guardians ile bir kez daha hedef kitlesi olarak çocukları seçerek yanlış kararlara imza atıyor. Uyku perisi (sandman), diş perisi (tooth fairy), Noel Baba ve Paskalya Tavşanı'ndan oluşan dört kişilik bir muhafız ekibinin yüzyıllardır tüm dünyadaki çocukları korku ve kabuslara karşı korumasının ardından ortaya çıkan Karabasan (boogeyman) felaketine karşı bir araya gelmelerini, başa çıkamamaları üzerine de Jack Frost isimli bizim kültürümüzün pek de aşina olmadığı bir mit karakterinin de yardıma koşmasını izliyoruz Efsane Beşli'de (amma uzun oldu bu cümle). Aslında Dreamworks'ün iyi yaptığı bir şey var. Pixar'ın karakterlerinde göremediğimiz ve animasyon f...

Deathly Hallows: Part II

Zümrüdüanka Yoldaşlığı filminden itibaren Harry Potter serisinin yönetmen koltuğuna oturan David Yates, televizyonla adını biraz olsun duyurmuş ve sonrasında Potter ile ünlenmiş bir yönetmen. Kendisinin tek başarısı Primetime Emmy Ödülleri'nde kazandığı bir adaylıktan ibaret. Ta ki Deathly Hallows: Part I'a kadar. Her zaman en iyi Harry Potter filminin Prisoner of Azkaban olduğunu düşünmüşümdür. Usta yönetmen Alfonso Cuaron'un elinden çıkan film, diğer Potter filmlerinden daha farklı bir havaya aitti. Belki de bunun sebebi Voldemort'un yokluğudur, bilinmez, ama seriyi izleyen herkes Azkaban'ın farklı bir tadı olduğundan şüphesizdir.  Azkaban ile yarışacak bir Potter filmi geleceğini hiç düşünmezken birden, hiç beklemediğim bir yönetmen olan Yates'ten, Deathly Hallows'un ilk bölümü geldi. Sanki o zamana kadar çocuk filmi olarak tasarlanan seri birden yetişkin filmi olmuştu. Kitaba en sadık film olarak Potter tarihine geçen Bölüm I, izleyenlerden de oldukça ...