Ana içeriğe atla

Filmekimi 2011: Melancholia

Psikopat yönetmen Lars von Trier'ın son filmi Melancholia, filmekimi 2011 dahilinde 11 Ekim 2011 günü izlediğim üç filmden ilkiydi. Temel olarak iki kız kardeşin son hikayesini anlatan film, karakterlerin kendi kıyametlerinin yanında yaşadığımız dünyanın bitişini de izleyicilere sunuyor.


Filmden önemli sahnelerin sürrealist bir şekilde anlatıldığı prolog kısmı, arka planda eşlik eden müziğin de etkisi ile daha ilk dakikalarda kişiyi ürpertiyor. İki bölüm halinde izlediğimiz Melancholia'nın ilk bölümü kız kardeşlerden küçük olan Justine'in odağında geçiyor. Evlilik hazırlıklarının ardından düğün günü gelen Justine'in içine kapanık, sorunlu tavırları ile başlayan, yönetmenin her filminde kendine yer edinen aile içi  problemler patlak veriyor. Birbirine karşı fazla dürüst olmayı başaran aile bireyleri arasındaki yıkımla başlayan kıyamet, Justine'in kariyeri ile alakalı olanlarla devam ediyor. İkinci bölüm Claire'de ise evli ve oğluna düşkün, ideal kadını oynayan diğer kız kardeşe odaklanıyor film. Biz, Claire'in öyküsünün kısa bir kesitini izlerken Melancholia isimli gezegen de dünyaya yaklaşıyor. 

Kıyamet filmleri deyince yüz binler, milyonların odakta olduğu yapımlar aklımıza geliyor. Bunlardan farklı olarak  Melancholia ise kuş uçmaz-kervan geçmez bir malikanedeki kendini dış dünyadan soyutlamış/soyutlamaya çalışan dört kişinin hikayesini anlatıyor. Bundan ötürü izleyenlere farklı bir deneyim yaşatan film, olağanüstü şeyleri doğalmış gibi göstermesiyle de ilgi çekiyor.


Filmde, Claire rolündeki Charlotte Gainsbourg, Cannes Film Festivali'nde Justine karakteri ile ödül kazanan Kirsten Dunst'tan daha başarılı. Bu durumda, Dunst'ın sorunlu kızı oynaması nedeniyle geri planda kalan Claire ve Gainsbourg'un hakkının yendiğini düşündüğümü söylesem yanlış olmaz herhalde. Mükemmel eş John karakteri ile Kiefer Sutherland ise kendisinden beklemediğim şekilde iyi sayılabilecek bir performansa imza atmış. Yönetmenin tarzı gereği en olmadık yerlerde seyircinin yüreğini hoplatan müzikler ise Kristian Eidnes Andersen imzalı.

Melancholia hakkında söylenecek tek bir kelime olsa hiç şüphesiz bu, "ürkütücü" olurdu. Sapık bir yönetmenden, sanatla tekniğin buluştuğu dramatik bir kıyamet filmi izlemek isteyenler için Melancholia kaçırılmaz bir fırsat. Film, 13 Ocak 2012'de ülkemizde vizyona giriyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Oscar Gecesi Programı

85. Akademi Ödülleri'nde kazananların açıklanacağı ödüllerin veriliş sıralaması sızdı. Spoiler olarak görenler varsa hiç bakmasın derim. Buyrunuz: En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu En İyi Kısa Metraj Animasyon En İyi Animasyon En İyi Görüntü Yönetimi En İyi Görsel Efekt En İyi Kostüm Tasarımı En İyi Makyaj & Saç En İyi Kısa Metraj Film En İyi Kısa Metraj Belgesel En İyi Belgesel Yabancı Dilde En İyi Film En İyi Ses Miksajı En İyi Ses Kurgusu En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu En İyi Kurgu En İyi Yapım Tasarımı En İyi Özgün Müzik En İyi Özgün Şarkı En İyi Uyarlama Senaryo En İyi Özgün Senaryo En İyi Yönetmen En İyi Kadın Oyuncu En İyi Erkek Oyuncu En İyi Film

Rise of the Guardians (2012) Efsane Beşli

Dreamworks'ün en beğendiğim işinin (Shrek'i bir kenara koyarsak) How to Train Your Dragon olduğunu her defasında söylemişimdir. Ondan önce ya da sonra Dragon gibi bir atmosferi yakalayamayan animasyon şirketi; Kung Fu Panda, Puss in Boots ve Megamind gibi akıllara zarar işler yaptıktan sonra Rise of the Guardians ile bir kez daha hedef kitlesi olarak çocukları seçerek yanlış kararlara imza atıyor. Uyku perisi (sandman), diş perisi (tooth fairy), Noel Baba ve Paskalya Tavşanı'ndan oluşan dört kişilik bir muhafız ekibinin yüzyıllardır tüm dünyadaki çocukları korku ve kabuslara karşı korumasının ardından ortaya çıkan Karabasan (boogeyman) felaketine karşı bir araya gelmelerini, başa çıkamamaları üzerine de Jack Frost isimli bizim kültürümüzün pek de aşina olmadığı bir mit karakterinin de yardıma koşmasını izliyoruz Efsane Beşli'de (amma uzun oldu bu cümle). Aslında Dreamworks'ün iyi yaptığı bir şey var. Pixar'ın karakterlerinde göremediğimiz ve animasyon f...

Deathly Hallows: Part II

Zümrüdüanka Yoldaşlığı filminden itibaren Harry Potter serisinin yönetmen koltuğuna oturan David Yates, televizyonla adını biraz olsun duyurmuş ve sonrasında Potter ile ünlenmiş bir yönetmen. Kendisinin tek başarısı Primetime Emmy Ödülleri'nde kazandığı bir adaylıktan ibaret. Ta ki Deathly Hallows: Part I'a kadar. Her zaman en iyi Harry Potter filminin Prisoner of Azkaban olduğunu düşünmüşümdür. Usta yönetmen Alfonso Cuaron'un elinden çıkan film, diğer Potter filmlerinden daha farklı bir havaya aitti. Belki de bunun sebebi Voldemort'un yokluğudur, bilinmez, ama seriyi izleyen herkes Azkaban'ın farklı bir tadı olduğundan şüphesizdir.  Azkaban ile yarışacak bir Potter filmi geleceğini hiç düşünmezken birden, hiç beklemediğim bir yönetmen olan Yates'ten, Deathly Hallows'un ilk bölümü geldi. Sanki o zamana kadar çocuk filmi olarak tasarlanan seri birden yetişkin filmi olmuştu. Kitaba en sadık film olarak Potter tarihine geçen Bölüm I, izleyenlerden de oldukça ...