Ana içeriğe atla

Gizemli Denizlerde

Rob Marshall'ın yönetmen koltuğunda bizi maceradan maceraya sürüklerken güldürdüğü Karayip Korsanları serisinin son filmi On Stranger Tides'ı sonunda izledim. Serinin ilk üç filmindeki kadrodan Orlando Bloom ve Keira Knightley'nin ayrılması ve Penelope Cruz gibi bir ismin dahil olması -eklenen kim olursa olsun- filme baştan bir eksi puan getirse de ilk üç filmde olduğu gibi soru işaretleri ve kahkahalar size eşlik ediyor.


Garip-ötesi Kaptan Jack Sparrow'un gençlik pınarı peşinde koşmasını izlediğimiz filmin ilki fantastik sinemaya yeni bir bakış açısı getirmişti. Her şeyin güç yüzükleri, sihirli asalar, ejderhalar, ölüler ve diğer pek çok şeyden ibaret olmadığını gösteren Siyah İnci'nin Laneti oldukça başarılı bulunsa da bu başarı diğer filmlerde düşüşe geçti -bence. 

Görsel efektleri başarılı olsa da filmin uzunca bir kısmı karanlık ortamlarda geçtiğinden sinemada üçüncü boyut deneyimini yaşayamıyorsunuz. Zaten sonradan üçüncü boyuta kavuşturulmuş bir filmden çok bir şey beklememek lazım. Görüntü konusunda filmin en başarılı yanı -şüphesiz- denizkızlarıydı. (Eheh) Birbirinden güzel, Victoria's Secret mankenlerine taş çıkaracak bu su formları, filmi izleyen erkekler için Kraliçe Elizabeth'i anma vesilesine dönüşürken karşı cins için kıskançlık sebebi oldu sanırım. 

Penelope Cruz'un oyunculuğu filmde hissedilmeyecek derecede sönük kalsa da -diğer filmlerde olduğu gibi- Johnny Depp'in domine ettiği yapım yine ve yine devamının geleceğine dair boş bir sonla bitiyor. Öyle ki beşinci Karayip Korsanları filmi 2013'te vizyona girecek.

Hala o Tanrının Elçisi modundaki rahip çakması gencin, denizkızı tarafından okyanusun dibine götürüldüğünde başına ne geldiğini, daha doğrusu sonunun nasıl olduğunu anlayamamış olsam da film "izlenebilir" oldu benim için. Son olarak film dünya çapında 1 milyar Dolar hasılat yaparak tüm zamanların en çok hasılat yapan 10 filmi listesinde 8. sırada kendine yer edindi. İlk 10'da tam 3 tane Karayip Korsanları filmi bulunması da yapımcıların yüzünü oldukça güldürmüştür diye düşünmekteyim. Bakalım Rob Marshall bir korsan filmi için beşinci -ve umarım son- kez yönetmen koltuğuna oturduğunda da aynı başarıyı yakalayabilecek mi?

Yorumlar

Nonethelessh dedi ki…
Johnny Depp'i nedense sevmem...Bu seriyi de çok sevmem...Merak ediyor muyum...Almayayım..Zaten okuduğum kadarıyla diğerlerinin kopyası bir şey bu da...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Oscar Gecesi Programı

85. Akademi Ödülleri'nde kazananların açıklanacağı ödüllerin veriliş sıralaması sızdı. Spoiler olarak görenler varsa hiç bakmasın derim. Buyrunuz: En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu En İyi Kısa Metraj Animasyon En İyi Animasyon En İyi Görüntü Yönetimi En İyi Görsel Efekt En İyi Kostüm Tasarımı En İyi Makyaj & Saç En İyi Kısa Metraj Film En İyi Kısa Metraj Belgesel En İyi Belgesel Yabancı Dilde En İyi Film En İyi Ses Miksajı En İyi Ses Kurgusu En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu En İyi Kurgu En İyi Yapım Tasarımı En İyi Özgün Müzik En İyi Özgün Şarkı En İyi Uyarlama Senaryo En İyi Özgün Senaryo En İyi Yönetmen En İyi Kadın Oyuncu En İyi Erkek Oyuncu En İyi Film

Rise of the Guardians (2012) Efsane Beşli

Dreamworks'ün en beğendiğim işinin (Shrek'i bir kenara koyarsak) How to Train Your Dragon olduğunu her defasında söylemişimdir. Ondan önce ya da sonra Dragon gibi bir atmosferi yakalayamayan animasyon şirketi; Kung Fu Panda, Puss in Boots ve Megamind gibi akıllara zarar işler yaptıktan sonra Rise of the Guardians ile bir kez daha hedef kitlesi olarak çocukları seçerek yanlış kararlara imza atıyor. Uyku perisi (sandman), diş perisi (tooth fairy), Noel Baba ve Paskalya Tavşanı'ndan oluşan dört kişilik bir muhafız ekibinin yüzyıllardır tüm dünyadaki çocukları korku ve kabuslara karşı korumasının ardından ortaya çıkan Karabasan (boogeyman) felaketine karşı bir araya gelmelerini, başa çıkamamaları üzerine de Jack Frost isimli bizim kültürümüzün pek de aşina olmadığı bir mit karakterinin de yardıma koşmasını izliyoruz Efsane Beşli'de (amma uzun oldu bu cümle). Aslında Dreamworks'ün iyi yaptığı bir şey var. Pixar'ın karakterlerinde göremediğimiz ve animasyon f...

Deathly Hallows: Part II

Zümrüdüanka Yoldaşlığı filminden itibaren Harry Potter serisinin yönetmen koltuğuna oturan David Yates, televizyonla adını biraz olsun duyurmuş ve sonrasında Potter ile ünlenmiş bir yönetmen. Kendisinin tek başarısı Primetime Emmy Ödülleri'nde kazandığı bir adaylıktan ibaret. Ta ki Deathly Hallows: Part I'a kadar. Her zaman en iyi Harry Potter filminin Prisoner of Azkaban olduğunu düşünmüşümdür. Usta yönetmen Alfonso Cuaron'un elinden çıkan film, diğer Potter filmlerinden daha farklı bir havaya aitti. Belki de bunun sebebi Voldemort'un yokluğudur, bilinmez, ama seriyi izleyen herkes Azkaban'ın farklı bir tadı olduğundan şüphesizdir.  Azkaban ile yarışacak bir Potter filmi geleceğini hiç düşünmezken birden, hiç beklemediğim bir yönetmen olan Yates'ten, Deathly Hallows'un ilk bölümü geldi. Sanki o zamana kadar çocuk filmi olarak tasarlanan seri birden yetişkin filmi olmuştu. Kitaba en sadık film olarak Potter tarihine geçen Bölüm I, izleyenlerden de oldukça ...