Ana içeriğe atla

Oscar'a Doğru #1

2008 ve 2009'a kıyasla pek çok anlamda kaliteli film izlediğimiz 2010 yılı yapımları, ödüllendirilmeye yılın son çeyreğinde başladı. ABD'nin çeşitli eyaletlerinden pek çok sayıda eleştirmen birliği, teker teker senenin en iyilerini açıkladı.

Aslında hepimizin bildiği üzere neredeyse tüm ödüller, kabaca Facebook'un kuruluş hikayesini anlatan drama, The Social Network'e, filmin yönetmeni David Fincher'a ve senaristi Aaron Sorkin'e gitti. Oyunculuk kategorilerinde ise Colin Firth, Natalie Portman, Christian Bale ve Melissa Leo ödülleri kimselere kaptırmadı.

Eleştirmen ödülleri elbette ciddi bir referans olarak kabul görmüyor. En son 1993 yılında Schindler's List, bu sene The Social Network'ün topladığı kadar eleştirmen ödülü toplamıştı. The Social Network'e gitmeyen ödüller ise senenin diğer blockbuster filmi Inception'a gitti. 

Critics' Choice, Golden Globe derken The Social Network'ün Oscar yarışında açıkara lider olduğu görüşü herkesin beyninde yer edindi -her ne kadar ben bunu istemesem de. Lakin tüm bu fikirler çok değil, 1 hafta önce 180 derece değişti: Producer Guild of Amerika, nam-ı diğer Amerikan Yapımcılar Birliği, senenin en iyi filmi olarak -benim de favorim olan- Tom Hooper imzalı The King's Speech'i seçmeyi uygun gördü. Oscar tarihinde PGA ve Akademi uyuşması o kadar da sık yaşanmadığından bazı kesimler bunu The King's Speech'e verilmiş bir lütuf olarak görürken, bazılar ise ciddi anlamda The Social Network'ten daha iyi olduğu için ödülü aldığını düşünüyordu.

(The Social Network taraftarları için) Felaket geliyorum demez. PGA zaferinden bir hafta sonra, Amerikan Yönetmenler Birliği The King's Speech'in yönetmeni Tom Hooper'ı onurlandırdı. Bu, senenin muhtemelen en büyük şokuydu çünkü tarihte sadece 6 DGA kazananı Oscar'ı kucaklayamamıştı. Senelerdir yaptığı işler halk tarafından el üstünde tutulsa da profesyonellerce ödüllendirilmeye layık görülmeyen iki yönetmen; David Fincher ve Christopher Nolan bu sene de kör talihlerini değiştiremedi. DGA'dan bir gün sonra gelen The King's Speech'in SAG zaferi ise artık "Bu sene Oscar yarışı bitti." dedirtti.

Bu yazı ödül sezonunun kısa bir özeti -ve ilk gönderi- olarak kenarda bekleyedursun, bu senenin tüm Oscar adayı filmlerin eleştirileri; eğrileri, doğruları, neyi hakediyorlar, ne kazandılar, ne kazanamadılar ve Oscar gecesi beklentilerim  27 Şubat 2011'e kadar burada!..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Oscar Gecesi Programı

85. Akademi Ödülleri'nde kazananların açıklanacağı ödüllerin veriliş sıralaması sızdı. Spoiler olarak görenler varsa hiç bakmasın derim. Buyrunuz: En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu En İyi Kısa Metraj Animasyon En İyi Animasyon En İyi Görüntü Yönetimi En İyi Görsel Efekt En İyi Kostüm Tasarımı En İyi Makyaj & Saç En İyi Kısa Metraj Film En İyi Kısa Metraj Belgesel En İyi Belgesel Yabancı Dilde En İyi Film En İyi Ses Miksajı En İyi Ses Kurgusu En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu En İyi Kurgu En İyi Yapım Tasarımı En İyi Özgün Müzik En İyi Özgün Şarkı En İyi Uyarlama Senaryo En İyi Özgün Senaryo En İyi Yönetmen En İyi Kadın Oyuncu En İyi Erkek Oyuncu En İyi Film

Rise of the Guardians (2012) Efsane Beşli

Dreamworks'ün en beğendiğim işinin (Shrek'i bir kenara koyarsak) How to Train Your Dragon olduğunu her defasında söylemişimdir. Ondan önce ya da sonra Dragon gibi bir atmosferi yakalayamayan animasyon şirketi; Kung Fu Panda, Puss in Boots ve Megamind gibi akıllara zarar işler yaptıktan sonra Rise of the Guardians ile bir kez daha hedef kitlesi olarak çocukları seçerek yanlış kararlara imza atıyor. Uyku perisi (sandman), diş perisi (tooth fairy), Noel Baba ve Paskalya Tavşanı'ndan oluşan dört kişilik bir muhafız ekibinin yüzyıllardır tüm dünyadaki çocukları korku ve kabuslara karşı korumasının ardından ortaya çıkan Karabasan (boogeyman) felaketine karşı bir araya gelmelerini, başa çıkamamaları üzerine de Jack Frost isimli bizim kültürümüzün pek de aşina olmadığı bir mit karakterinin de yardıma koşmasını izliyoruz Efsane Beşli'de (amma uzun oldu bu cümle). Aslında Dreamworks'ün iyi yaptığı bir şey var. Pixar'ın karakterlerinde göremediğimiz ve animasyon f...

Deathly Hallows: Part II

Zümrüdüanka Yoldaşlığı filminden itibaren Harry Potter serisinin yönetmen koltuğuna oturan David Yates, televizyonla adını biraz olsun duyurmuş ve sonrasında Potter ile ünlenmiş bir yönetmen. Kendisinin tek başarısı Primetime Emmy Ödülleri'nde kazandığı bir adaylıktan ibaret. Ta ki Deathly Hallows: Part I'a kadar. Her zaman en iyi Harry Potter filminin Prisoner of Azkaban olduğunu düşünmüşümdür. Usta yönetmen Alfonso Cuaron'un elinden çıkan film, diğer Potter filmlerinden daha farklı bir havaya aitti. Belki de bunun sebebi Voldemort'un yokluğudur, bilinmez, ama seriyi izleyen herkes Azkaban'ın farklı bir tadı olduğundan şüphesizdir.  Azkaban ile yarışacak bir Potter filmi geleceğini hiç düşünmezken birden, hiç beklemediğim bir yönetmen olan Yates'ten, Deathly Hallows'un ilk bölümü geldi. Sanki o zamana kadar çocuk filmi olarak tasarlanan seri birden yetişkin filmi olmuştu. Kitaba en sadık film olarak Potter tarihine geçen Bölüm I, izleyenlerden de oldukça ...